Çevre ve İklim Krizi 

IPCC’nin (The Intergovernmental Panel on Climate Change – Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli) 2016 tarihli raporu (https://www.ipcc.ch/sr15/) ve buna dayanan Paris Anlaşması, genel olarak, iklim değişimini yavaşlatmaya yönelik önemli bir adım olarak görülüyor.

Rapor 2023’e kadar sıcaklık artışının 1,5°C’de sınırlanması için önlemler öneriyor. Ancak tüm sera gazı salımları şimdi durdurulsa bile hâlâ bir miktar sıcaklık artışının olacağını, yarım dereceye kadar ek bir ısınma olasılığının olduğunu da ifade ediyor.

Yaklaşık 200 ülke tarafından imzalanan anlaşmaya bir yandan daha fazla ülkenin dahil olması için çalışmalar sürerken, 1 Haziran 2017 tarihinde Donald Trump, ABD’nin anlaşmadan çekileceğini açıklamıştı. Türkiye ise anlaşmayı imzalamış olmakla birlikte, yükümlülükleriyle ilgili adil muamele görmediği gerekçesiyle anlaşmayı henüz yürürlüğe koymadı.

Küresel iklim değişikliğiyle ilgili şu anki durumun, Paris Anlaşması’na temel teşkil eden raporun yansıttığından daha ciddi olduğu sıkça dile getiriliyor. Öncelikle, raporun dayandığı verilerin ait olduğu 2015 yılından bu yana dünya genelindeki emisyonların artarak sürdüğü biliniyor.

Üstelik, raporun hesaba katmadığı başka faktörler var. Kutuplardaki albedo etkisinin azalması, okyanusların ısınmasının ek sonuçları, azot döngüsüne olan olumsuz etkilerimiz, CO2 dışındaki gazların olası etkileri, buzulların erimesiyle ortaya çıkacak üssel artış etkileri gibi. Bu ve diğer olumsuz faktörlerin toplam etki potansiyeli 1.5 °C hedefinin gerçekçiliğinin sorgulanmasına neden oluyor.

Bu sebeplerle, IPCC raporunun ve Paris anlaşmasının aşırı iyimser olduğu ve taahhütlere uyulsa bile belki de yüz milyonlarca insanın ölümünü engelleyemeyeceği ifade ediliyor. Nitekim, IPCC’nin 8 Ağustos 2019 tarihli raporunda (https://www.ipcc.ch/2019/) “Eğer küresel ısınma 1.5 ºC olmasa bile 2 ºC’nin altında tutulacaksa, bütün sektörlerdeki sera gazı emisyonlarının azaltılması zaruridir” uyarısı yapılıyor.

1.5 °C’lik bir artış belki uyum sağlayarak yaşayabileceğimiz bir dünya iken, 2 °C’lik bir artış ısınmanın ivmelenmesi anlamına geliyor. İvmelenmenin sonucu ise “devrilme” (“tipping point”), yani iklimin denge mekanizmalarının artık çalışmaması demek. Yani ısı artışının ve eşlik eden aşırı iklim olaylarının şu anda öngöremediğimiz düzeylere ulaşması.

Üstelik gezegendeki yaşamı yalnızca iklim değişimi tehdit etmiyor; diğer pek çok ekolojik sorun var. Şu iki gösterge bile yeterince şey anlatıyor: 1970’ten bu yana dünya üzerindeki omurgalıların toplam biyokütlesinin %58’i yok oldu. Böcek biyokütlesinin ise her yıl %2.5 kadarını kaybediyoruz.

Kısaca durum 2016 tarihli IPCC raporuna yansıdığından çok daha kötü ve verilmesi gereken tepki çok daha güçlü olmalı.

Türkiye’den sadece birkaç gösterge: 1997-2006 arasında ülke genelinde toplam 30 hortum olayı yaşanırken; sadece 2009’da bu sayı 29, 2014’te 44 ve 2016’de ise 54. 2010 kayıtlara ülkedeni en sıcak yıl olarak geçti. En fazla aşırı iklim olayı ise 2015’te yaşandı. 2018 ise hem en sıcak yıllar, hem de en fazla aşırı iklim olayının yaşandığı yıllar sıralamasında ikinci oldu. 2016-2017 iki yıllık döneminde CO2 emisyonundaki artış %6 civarı. Ve 2017’de ülke olarak 1.5 C ısı artışı sınırını aşmış bulunuyoruz. Dünya genelinde CO2 emisyonları artmaya devam ediyor, Türkiye’de ise dünya ortalamasının üzerinde artıyor. Bu artışlara ve diğer çevresel olumsuzluklara sebep olan faaliyetler de tüm hızıyla sürüyor. Birkaç örnek: 2002 yılında 1,5 milyon ton olan mermer üretimi 2017’de 5,6 milyon metreküp. 2002’de 52 milyon ton olan kömür üretimi şimdi 72 milyon ton 2002’de 11,5 milyon ton kömür ithalatı şimdi 38 milyon ton.

Bütün bu endişe verici göstergelere rağmen monokültüre dayalı endüstriyel tarım ve hayvancılık yatırımları, çoğu zaman da AB destekleriyle, tam hız devam ediyor. 2019’un ortasından itibaren madencilik adına hız kazanan orman ve toprak talanı da ürkütücü boyutlarda.

Dört Mevsim Ekolojik Yaşam Derneği olarak tarım ve gıda alanlarında çalışıyoruz. Gezegendeki bütün yaşam formlarının birbirine bağlı olduğunu, başka bir deyişle, üzerinde tek bir yaşam olan bir gezegenin olduğunu biliyoruz. Türkiye, Akdeniz, Avrupa, Haiti, Bangladeş, Meksika; gezegenin her yerini bizim kabul ediyoruz.

Bize göre iklim krizi, doğayı ve toplumun yararını gözetmek yerine merkezi güçlerin ve şirketlerin çıkarlarını önceleyen yapıların ve politikaların bir sonucudur. Bu yapılar ve politikalar gezegenin biyolojik ve toplumsal yaşamını yıkımın eşiğine getirmiş olan birçok soruna sebebiyet vermiştir ve vermeye devam etmektedir.

Gıda sistemimizin büyük yapısal sorunları var. Endüstriyel tarım-hayvancılık ve kitlesel gıda dağıtım ağları (uzun tedarik zincirleri) doğal yapılara zarar veriyor. Bu üretim tarzı ve dağıtım modeli karbon emisyonlarında da önemli bir paya sahip: Tarım, ormancılık ve toprak kullanımındaki değişikliklerin küresel sera gazı emisyonlarının yüzde %20 ila 25’inden sorumlu olduğu tahmin ediliyor. Küçük ölçekli çiftçilik yerini monokültüre, ağır toprak işleme tekniklerine ve yoğun kimyasal girdilere dayalı endüstriyel tarıma bıraktıkça bu sorunlar ağırlaşıyor. Halihazırda dünyanın gıdasının %70 ila 80 kadarını küçük aile çiftliklerinin ve yerel pazarların karşıladığı düşünüldüğünde, endüstriyel şirket tarımının daha da yaygınlaşmasının doğa ve iklim üzerinde ne kadar yıkıcı etkileri olacağı görülebilir.

BM Özel Raportörü Olivier De Schutter, 2011 tarihli “Agroekoloji ve Gıda Hakkı“ raporunda, agroekoloji yöntemlerinin iklim değişikliğini yavaşlatabileceğini ifade etmiştir. IPCC’nin 8 Ağustos 2019 tarihli raporu ise birbiriyle ilişkili iki temel tespit yapıyor: (1) Küresel ısınmanın 2 °C sınırını aşması kuraklığa ve aşırı hava koşullarına neden olarak tarımsal üretimi ve gıda tedarikini tehlikeye sokacaktır ve (2) Küresel ısınmanın yavaşlatılması için tarım ve orman arazilerinin korunması ve onarılması elzemdir.

Dört Mevsim Ekolojik Yaşam Derneği olarak bizler, iklim değişikliğini yavaşlatmaya ve etkilerini hafifletmeye katkı verecek olan en temel çözümün, küçük ölçekli ekolojik çiftçiliği ve kısa tedarik zincirlerini içeren agroekolojik bir gıda sistemine geçiş olduğunu düşünüyoruz. Bu noktada dört önemli konuyu vurgulamak istiyoruz:

1. Agroekoloji yöntemleri, toprağın karbon tutma kapasitesini artırarak, tarım kaynaklı sera gazı emisyonlarını azaltmanın ötesinde, tarım alanlarını karbon gömen yutaklara çevirebilir. Topluluk destekli tarım ve diğer kısa tedarik zincirleri de, dağıtım sürecinde karbon emisyonlarının azalmasına katkıda bulunur.

2. Agroekolojik dönüşüm, şimdiden kaçınılmaz olduğu görülen sistemsel değişimlerin daha yumuşak ve barışçı şekilde gerçekleşmesine katkı verir. Aynı zamanda, bu değişim dönemlerinde insanların gıda ihtiyacının karşılanmasına imkan verir.

3. Agroekolojiye geçiş ek maliyetler oluşturmaz, aksine maliyetleri düşürüp var olan kaynakları onarır.

4. Agroekolojik dönüşüm, yerel ekonomileri destekleyerek ve sosyal adalete katkı vererek, toplumsal yaşamın/ekonominin diğer alanlarının dönüşümü için de model teşkil edebilir.

Sonuç olarak agroekoloji yöntemleri, etkileri sınırlamaya yönelik zayıf ve göstermelik eylemlerden farklı olarak, iklim krizi karşısında çok yönlü, etkin ve yapılabilir çözümler sunar. Ekolojik onarım potansiyelinin yanında sosyal adaleti güçlendirir. Kırsal ve kentsel alanlara ekolojik bir çehre, üreticilere toplumsal itibar ve topluluklara demokratik güç kazandırır.

Betonla, asfaltla, rezidanslarla, termik santrallerle, monokültür tarlalarıyla dolu şehirlerin, ülkelerin, dünyanın bir geleceği yok. Tertemiz toprağın üzerinde, ahşap-taş-kerpiç evlerde, billur suların kıyısında, rengarenk bahçelerde kendi enerjisini üreten, doğayı onaran ve koruyan köylerde, beldelerde barış içinde bir yaşam var. Bu erişilmez bir hayal değil. Aksine, başka bir gelecek yok.

(1)https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/27/politikacilar-kaynakli-iklim-felaketleri-yasiyoruz/ https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/10/19/ipcc-raporu-muhammed-alinin-yumrugu-suratimiza/https://www.iklimhaber.org/turkiye-seragazi-emisyon-istatistiklerinden-ne-anlamaliyiz/

(2) Blanco, G., et al. (2014) Section 5.3.5.4: Agriculture, Forestry, Other Land Use. In: Edenhofer, O.; et al. (eds.) (2014), Climate Change 2014: Mitigation of Climate Change. Cambridge University Press, p. 383.

X
X